Vesirhep
Vesirhep’i kendi gözlerimle görmenin bana bedelinin insanlığımı kaybetmek olacağını anlamam için bir kaç hafta geçmesi gerekti. O’nun zihninin bir parçasını içimde taşımak, her ne kadar ona hizmet etmesem, hatta ona karşı olsam da, artık tam olarak insan olmadığım anlamına geliyordu. Elçi’den farkım belki de, bu kaybıma rağmen hala içimde insanlığı taşımamdı.
Varlığımın bir parçası, insanlığın doğasının ötesine geçmiş, Vesirhep ve türdeşlerinin kapladığı düzleme bağlanmıştı. Onlar gibi düşünebiliyor, onların hareketlerini izleyebiliyordum. Vesirhep’in gerçekliğimize sızdığı yerleri, uyumazken bile görebilir hale gelmiştim artık. İki dünyada aynı anda yürüyüp hayatta kalabiliyor, iki dünyada da kendimi koruyabiliyordum..
Bununla beraber hala bir gözlemciydim. Evet, Vesirhep’in kurbanlarını görebiliyordum, ama onlara yardım edemiyordum. Korkunç varlığının işgal ettiği virane evleri ve unutulmuş caddeleri ayırt edebiliyor, uzuvlarının yavaşça yayılışını, bu eski kenti tamamen kontrolü altına alışına dehşetle tanık olabiliyordum, ama Vesirhep’in planlarını durdurmak için ne yapabileceğimi henüz kestiremiyordum .
İnsanlığımdan uzaklaşmam haliyle beni insanlardan uzaklaştırmıştı. Aileme yakın olmamam, geniş bir arkadaş çevremin olmayışı ve yeni edindiğim güçlerin kendimi kalabalıklarda gözden ırak tutabilme imkanı tanıması da izolasyonu seçmemi kolaylaştıran etkenlerdi. Zamanla insanlığın dışına geçtiğimi daha doğrudan ve daha fiziksel şekillerde görmeye başladım, yemek yemek, uyumak ve su içmek artık yapmayı seçtiğim şeyler haline gelmişti, onları yapmak zorunda değildim.
Böylece, sosyal ve fizyolojik bütün sorumluluklarımın da kalkmasıyla, günlerimi Urla sokaklarında dolaşmaya, ve Vesirhep’in gücünün akışını takip etmeye adadım. Haftalar birbirini kovaladı, ve yavaş yavaş Vesirhep’in varlığının şehrin hangi bölgelerinde yoğunlaştığını hissedebilir hâle geldim. Geceyarılarını buralara yakın yerlerde saklanarak geçirdiğimde, insanların buralara girdiğini ve bir daha çıkmadığını görmem uzun sürmedi, görünen o ki bu yerler, iki düzlemimizin birbirine çok yakınlaştığı ve iradeleri yeterince varsa Vesirhep’in etkisindeki bireylerin onun gerçekliğine kayabileceği bölgelerdi.
Vesirhep bir fabrika kurmuştu. Ağına düşürdüğü kurbanlarını bu bölgelerden kendi düzlemine getiriyor, sonra da bir zamanlar Levent Oktay’ın oteli olan yerin ayna görüntüsüne hapsediyordu. Ancak benim güçlerim bile iki gizemi çözmek için az kalıyordu, bunlardan birincisi Vesirhep’in nasıl kurbanlarını kendine çektiğiydi, kurbanlarının aklından ne geçtiğini bilemediğimden bunu öğrenmem de mümkün değildi. Çözemediğim ikinci gizem ise Otel’in içinde ne olduğuydu. Vesirhep’in varlığı, mabedine girmemi engelliyor, bu bölgeyi bana ulaşılmaz kılıyordu.
Bir Ağustos gecesi, Urla’nın publarından birinin önünden geçerken farkettim Volkan’ı. Vesirhep ona değmiş, ancak tamamen kavrayamamıştı. Vesirhep’i bir ölçüde olsa gördüğünü hissetmiştim. Volkan da beni fark etti, Elçi’yle yaşadığı karşılaşmalar, benim varlığımın arkasında yatan doğaüstü etkiyi fark edebilmesini sağlamıştı.
Tam olarak güvenini kazanmam saatler sürdüyse de, onu öldürmeyeceğime ikna olması kısa sürdü. En sonunda Volkanla birbirimize başımızdan geçenleri anlattığımızda, Vesirhep’in mabedinde ne olduğunu anlayabilmiştim. Vesirhep bir fabrika inşa etmemişti, onun şaheseri bir mezbahaydı. Kurbanlarını sindiriyor, ve varlığının bir parçası haline getiriyordu.
Volkan da bazı araştırmalar yapmıştı ve yaratığın dikkatini çekmeden kurbanlarından bazılarıyla konuşmayı başarabilişti, bu yüzden Vesirhep’in nasıl kurbanlarını kendisine çektiğini bildiğini düşünüyordu. “Bir tarikatı var.” Diye açıkladı bana, Köyde ayışığında gördüğüm cüppeli kalabalığı düşünerek irkildim, “Kendisine çektiği savunmasız insanları daha ‘saf’ bir dünya vaadiyle eline geçiriyorlar. Bu saflık fikri çok geniş bir fikir aslında, ve ağına nereden takıldığına göre değişiyor. Bahsettiği saflık dini, cinsel, ırksal hatta tamamen soyut bile olabilir.” Bu bilgiler ışığında kafamı salladım, Vesirhep eski bir varlıktı, saflık gibi basit bir kavramı yansıtması aslen şaşırtıcı değildi.
En sonunda Volkan bana Vesirhep’in gerçek hedefini sorduğunda içimi çektim “Gerçekliklerimizin arasındaki duvarları yıkıp buraya geçmek istediğini düşünüyorum.” Volkan’ın gözleri büyüdü “Dünyayı ele geçirmek için mi?” Kafamı salladım, gözlerimi uzaklara, artık onu daha iyi anladığım için iyice zihninin içini görebildiğim yaratığa çevirdim. “Nihai hedefi sanırım gerçekten bütün dünyayı ele geçirmek. Bu yolda yapacağı şey ise yavaş yavaş dünyayı sindirmek. Gerçekliğimizde varlığına başladığı anda köy köy, şehir şehir, ülke ülke, birer birer dünya yüzünden silinecek, unutulacak. Devasa, homojen bir et yığını bütün dünyayı kaplayana kadar durmayacak. Burası onun gerçekliği olana kadar. Kumların yerini bağ dokunun, kaktüslerin yerini tendonların aldığı devasa bir çöl.”
Volkan titreyerek sordu sorusunu, “Peki ya Elçi?” Daha net görebilmek için gözlerimi kıstım, “Elçi artık Vesrihep’in Elçisi değil, bu devasa dünyanın Yalnız Kralı olacak, eskiden Urla’da otelinin durduğu yer, bir kez katman katman deriyle kaplandığında, derinin içinden yırtılarak patlayarak onun sarayı çıkacak, Yalnız Kral, efendisine hizmet etmesinin ödülü olarak kıkırdak ve kaslardan oluşan sarayının taht odasında, kemikten tahtında oturacak.”
Bir süre pubın loş ışığında sessizlik içinde oturduk, en sonunda Volkan kendini toparlayıp konuştu, “Ne yapacağız?” Omzumu silktim, “Emin değilim.” Diyebildim sadece, gözlerimi kapatıp Vesirhep’in enerjisine odaklandım ama herhangi bir ipucuna rastlayamadım.
Volkan elinde çevirdiği bardağı masaya koyup boğazını temizledi, “Bu yeni yeteneklerini kazanmanın sebebi, Vesirhep’in bir ritüelini bozmuş olman, değil mi?” Başımla onayladım, “Sence ben neden senin gibi güçler kazanmadım?” diye sordu, duraklayıp düşündüm, “Vesirhep seninle savaşmayı seçti, seni düşmanı olarak belirledi ve bu yüzden daima bir miktar kontroldeydi, asla onu yenilgiye uğratacak bir pozisyonda olmana izin vermedi, ben şanslıydım.” Volkan durup düşündü, “Beni sadece sindiremedi yani?” Omuzları öne düştü, “Vesirhep’in sindiremediği bir öğünden ibaretim.” Volkan’ın omzuna elimi koydum, “Saflığın temsili varlığının seni ele geçirememesi için bundan çok daha fazlası olman gerekir Volkan. Kişisel özelliklerin ve genel düşünce yapın onun ağına düşmeni engelledi, inan bana sana sataşarak bir hata yaptı.”
Volkan bu sözlerim üzerine biraz kendini toparladı ve düşünceli bir şekilde konuştu “Güç toplamasının planlarını başarmak için yeterli değil anladığım kadarıyla… Yeni bir ritüel deneyecek olmalı.” Bir kez daha başımı salladım “Evet ama Vesirhep’in ritüelini nerede gerçekleştireceği de bir soru işareti. Gücünü yoğunlaştırabileceği edebileceği bir ortam olması gerekli; terkedilmiş, ırak kalmış yerleri tercih edecektir… Urla’da böyle çok yer var, burası eski bir kasaba.”
Her ne kadar Vesirhep’in planlarını öğrenmek ve bozmak konusunda fikir birliğine vardıysak da ritüelin yeri hakkında bir fikre varamamıştık. En sonunda Volkan’ın telefon numarasını alıp kalktım oradan, yeni bir şey öğrendiğimde ona haber vereceğime söz verdim.
Volkan’la karşılaşmamızdan sonraki günler, Urla sokaklarını bir hayalet gibi gezerek, Vesirhep’in tarikatına ulaşmaya çalışmamla sürdü. Vesirhep’in kurbanlarından farklı olarak, tarikatın üyelerini seçen kişi Elçi’ydi. Bunlar, hırslı ve varlıklı kişilerden oluşuyorlardı, Vesirhep’e tapmaktan ziyade, buldukları bu doğaüstü güçten kazanç elde etmek niyetindelerdi.
Tarikatın merkezini bulmam çok uzun sürmedi, Vesirhep’in varlığının kalıntılarını sezebildiğim, eski bir binaydı burası, bir zamanlar bir çeşit müze, ondan önce de sanırım devlet binası görevini yapmıştı. Bir kaç günümü girip çıkan müritleri gözleyerek geçirdim, hazırlık yaptıkları kesindi. Her gün binaya gizemli torbalar giriyor ve çıkıyordu. Bu torbalardan birindeki delikten beyaz zerrelerin döküldüğünü gördüğümde şaşırmadım, tarikat büyük miktarda tuz topluyor, sonra da şüphesiz ki yaklaşan ayinlerinde kullanmak için bir yerlere taşıyordu… ama nereye?
En sonunda bu taşımacılığı yapan kamyonlardan birini Gülbahçe-Balıkloava yolunun ortalarına kadar takip ettim, orada, müritler tuz torbalarını teker teker kamyonetlerinden indirdiler ve eski bir tekneye yüklediler, sonra da denize açıldılar.
Teknenin nereye gittiğini görmeme gerek yoktu, ay ışığının altında, ufka baktığımda açık ve net bir şekilde hedeflerini görebiliyordum, çünkü benim görüşümde hedefleri olduğuna emin olduğum ada, Vesirhep’in etkisiyle kaplanmış, kızıl kızıl parlıyordu.
Gülbahçe Körfezinin otasında duran Yılan Adası, Vesirhep’i dünyaya getirecek korkunç ayinin merkeziydi.
Vesirhep’in karanlığının Yılan Adası’nda toplandığını anladıktan sonra bu konuda plan yapmamız uzun sürmedi. Düşmanımızın planlarına dair anlayışım ilerledikçe, zihninin içini görmem de koolaylaştırdığından, Vesirhep’in karanlığının odak noktasına bakabilir hale geldim ve kısa zamanda hedeflerini ortaya çıkarabildim.
“Gerçekliğimize geçmek için bir ritüel hazırlığındalar. Sonraki dolunayda harekete geçecekler.” dedim Volkan’a. Volkan’ın yüzünü buruşturup telefonunda kısa bir arama yaptı “Sonraki dolunay on eylülde.” dedi bana şok içinde bakarak “Yarın.” Kafamı sallamakla yetindim. “Eğer ritüellerini bozacaksak hızlı hareket etmemiz gerekiyor.”
Kendisini de plana dahil etmesinden gizliden gizliye memnun da olsam, gene de onu durdurmaya çalıştım, Volkan yanımda gelmekte ısrarcıydı, “Vesirhep’in beni de işaretlediğini de biliyorsun, bu olaydan ölmeden çıkmam çok mümkün değil gibi… İzin ver sana yardım edeyim, eğer Vesirhep’i doğrudan yenilgiye uğratabilirsek, aynı seni güçlerini kazandığın gibi belki ben de onun üzerimdeki etkisinden kurtulabilirim.” Teklifini bir süre düşündükten sonra dediklerinin mantıklı olduğuna kanaat getirerek yardımını kabul ettim.
Bir plan yaptık, zamanımız kadar imkanlarımız da kısıtlıydı: Silahımız yoktu, herhangi bir patlayıcımız da yoktu. Her ne kadar son bir kaç haftada doğal varlığım insanlığın ötesine geçtiyse de, Vesirhep’le başa çıkacak özel bir gücüm olduğu da söylenemezdi. Ancak bir şansımız vardı, ritüeller çok narin oluşumlardı, en ufak değişiklikler onları sekteye uğratabiliyordu, Vesirhep’le önceki karşılaşmamızdan, ritüeli bozulduğunda sinirini en yakındaki müritlerine çevireceğini biliyorduk. Ada kapalı bir alandı, tarikatın ulaşım araçlarını bozarsak, oraya kısılıp kalacaklar, ve ritüeli bozduğumuzda kendi efendilerinin hiddetine uğrayacaklardı.
Ritüelin tahmini başlangıcına yakın bir vakitte, geceyarısına yakın bir vakitte, gitmeye karar verdik adaya. Eğer çok erken gitseydik, varlığımızı farkedip hiç başlamayabilirdi ritüele bu yüzden yakın zamanda gitmeli, güçlerimi kullanarak gelişimi gizlemeli ve ritüellerini tam zamanında sekteye uğratmalıydık.
Gülbahçe körfezinden ufak bir tekne kiraladık. Teknemiz yavaşça adaya yaklaşırken, Volkan’a ne gördüğünü sordum. Omuzlarını silkip bana karanlıktan pek bir şey göremediğini söylediğinde şaşırdım. Adanın etrafındaki deniz çeşitli renklerden oluşan bir kaleydeskopa dönmüştü adeta, dalgalar halinde adanın merkezinden dışarıya enerji patlamaları yayılıyor, her patlamayla beraber benliğim sarsılıyordu. Önümüzdeki bu ufak kara parçasından yayılan sinsi kötülüğü hissetmememk imkansızdı, öyle ki onun yönüne bakmak bile insanlığımın kaynağı olan kişiliğimi reddetme isteğimi coşturuyordu, Vesirhep’in isteklerine boyun eğmek, kendimi denizin sularına atmak istiyordum adeta. Yeni bir dünyanın yükselişinin eşiğinde olduğumuzu iliklerime kadar hissetmiştim.
Adanın sahiline indiğimizde, ayaklarımın altındaki zemin zangırdadı, Volkan’a titreşimi hissedip hissetmediğini sorar bir şekilde baktığımda, sessizce kafasını salladı. Önce adanın çevresini gezdik, ve büyük bir tekneyle karşılaştık, teknenin yelkenlerini açıp denize doğru açılmasına izin verdik, tarikat artık adada mahsur kalmıştı.
Adanın merkezine doğru yavaşça ilerlemeye başladık. Yerler ölü hayvanlarla doluydu. Zaman zaman kafamızın üstünde uçan kuşlar da ölüyorlar ve yanımıza çakılıyorlardı, merkeze yaklaştıkça, bitki örtüsü de solmaya ve yavaşça yerini ölü otlara ve ağaçlara bırakmaya başladı. Bu esnada etrafta hayal meyal seçilebilen, yarı saydam da olsa yavaşça bu gerçekliğe kaynamaya başlayan organik maddeleri de görebiliyordum, kemikten yapılmış ağaçlar ve ilikle kaplanmış zemin gözümün önüne bir geliyor bir kayboluyordu.
En sonunda kendimizi, eskiden görkemli bir kilise olduğunu hayal mayal seçebildiğim bir yerin kalıntısında bulduk, burada, tuz çemberlerinin ortasında, yirmi otuz cüppeli mürit bir melodi mırıldanıyorlardı, ortalarında ise bir tahtta, Elçi oturuyordu, müritler melodilerini söylemeye devam ederlerken, çok geç kaldığımızı anladım. Volkan’a bakıp gözlerimle özür dileyebildim sadece, çünkü o anda ay ışığı Elçinin üstüne düştü ve müritlerin ezgileri bıçak gibi kesildi.
Şok içinde sendelemeye başladılar ve birer birer yere düştüler, ağızlarından köpükler çıkarak nöbet geçirdiler ve kanları tuz çemberleri içinde yayılmaya başladı. Saniyeler içinde, hepsi ölmüş, kendilerine zarar vermeyeceklerini inandıkları efendilerine katılmışlardı, ama melodi devam etti, hatta ses giderek arttı. Öyle ki geçmişte yaşanan kıyametler gözümünün önüne birer birer gelmeye başladı, öbür gerçeklik giderek bizimkine geçiyordu, Vesirhep varolmak üzereydi, gerçekliğimiz elimizden gitmeden önceki son andaydık artık, bu liminal bölgede atacağımız her adım, bizzat dünyanın kaderini değiştirebilirdi.
İleriye doğru bir adım attım, ilik doku ayaklarımın altında ezildi, gözlerimi Elçi’ye sabitledim. Adam gülümsedi, Volkan’a bakıp “Hoşgeldin, yanında arkadaş da getirmişsin.” dedi sadece bana işaret edip, sonra etrafını gösterdi, “Ritüelde bazı ufak değişiklikler yaptık, önceki sefer…” gözlerini kısıp bana baktı, “Ah… sen sadece onun arkadaşı değilsin, hm… Sen!” birden haykırdı. “Tuz çemberini bozan sendin!” İstemsizce gülümsedim, Elçi elini fark etmez dercesine salladı, “Artık çok geç! Önceki ritüel bir ahmaklıktı, yanıma bazı müritler almak istediğim için azıcık… merhametli davranmıştım, ama artık gerek yok” gene gülümsemeye başladı, “Yeni dünya geliyor!”.
“Efendinle konuşmak istiyorum” dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Elçi sadece güldü “Neden? Yüce Vesirhep neden senin gibi bir insanla zaman harcasın.” “Sen de bir zamanlar insandın, Levent Oktay.” diye hatırlattım ona, tısladı “Görüyorum ki son karşılaşmamız bazı şeylerin değişmesine yol açmış… Her şekilde, yakında sen de öleceksin.” Sözlerinin doğruluğunu hissediyor olmam canımı yakıyordu.
Volkan’a özür diler gözerle baktım, Volkan başını iki yana salladı sadece, “Özür dilerim İrem” dedi, “Artık bunu bitirmenin tek bir yolu var.” Ben ne demek istediğni anlayamadan yanında getirdiği çantadan bir tabanca çıkardı. Gözlerim büyüdü, Volkan’ın yanında bir silah aldığını bilmiyordum, Elçi gülmekle yetindi, “Napacaksın onunla?” dedi. “Ah, yenibitme, insanını eğitememişsin. Bana karşı bir silahın işe yarayacağını mı düşünüyorsunuz gerçekten?” Volkan gülümsedi, pek acı bir gülümsemeydi bu, ölmek üzere olduğunu bilen insanlara özgü bir gülümsemeydi adeta, “Senin için değil bu.” dedi sadece, sonra da tabancayı kafasına götürüp ateş etti.
Elçi ve benim şok içinde bakan gözlerimizin önünde, Volkan’ın cesedi tuz çemberlerinden birinin üzerine düşmesiyle, kanının çembere yayılmaya başlaması bir oldu. Elçi, Volkan’ın planını anlamıştıysa da, müdahale etmesi artık imkansızdı. Volkan’ın kanı ritüeli enfekte ederken, Elçi nefes almakta zorlanmaya başladı yere çöktü.
Aramızdaki mesafeyi kapatıp boynunu kavradım, ve yavaşça yukarı kaldırdım onu, “Efendinle konuşmak istiyorum demiştim.” dedim. Gerçeklik kendini onarmaya başladı, yerleri kaplayan ilikler yavaşça geri çekiliyordu, Elçinin vücudu yavaşça erimeye başladı, Efendisinin öfkesi birden ona döndü ve çığlığı bastı. Bütün vücudunu yanıklar kapladı ve derisi ellerimin arasından kayarak yere düştü.
Bir kaç saniye sonra, vücudundan geriye kalan madde kendi isteğiyle toplanmaya ve yükselmeye başladı, en sonunda grotesk bir insanı andırır hale geldi, Vesirhep, gücünün son kırıntılarını kullanarak kendini dünyamıza yansıtıyordu.
“Ritüelin başarısız oldu.” diyerek selamladım önümdeki yaratığı, yaratık tıslamakla yetindi, “Oldukça antik bir varlıksın, konuşabiliyor musun?” diyerek zorladım onu, iradesinin benim irademle çakıştığını hissediyordum, ama henüz yeni yenilmiş olması onu bana itaat etmeye zorladı. “Evet.” dedi sadece, “Güzel.” diye cevap verdim, “O zaman seni uyarabilirim.” karşımdaki yaratık bu sözlerim konusunda bana öfkeyle bakmakla yetindi.
“Sen bir fikirden ibaretsin.” dedim ona sakince, “Müritlerin olmadan, elçilerin olmadan başarılı olman mümkün değil.” Volkan’ın bedenini işaret ettim üzüntüyle, “O adam seni bu dünyadan kovmak için hayatını feda etti. Ben de yaşadıkça buraya gelememeni sağlayacağım.” Değişimim başladığından beri ilk defa kendi gücümün etrafa yayılmasına müsade ettim, “Kendini güçlü sanıyorsun, sırf eski olduğundan insanlardan daha üstün ve kudretli olduğun yanılgısına düşmüşssün, ama etrafına bak. Kaybettin, Vesirhep.”
Yaratık ağzını açamadan bütün irademi ona yönelttim, “Vesirhep, saflığın eski tanrısı, seni bu düzlemden kovuyorum! Benim ruhum dünyayı gezdikçe bir daha dönmeni yasaklıyor, ve bu laneti üzerine kendini feda eden dostumun kanıyla koyuyorum.” Elimi Vesirhep’e doğrultup bütün gücümle bağırdım “Defol.”
Kan ve dokudan oluşan yansıma patlayıp hava karışırken, Volkan’ın cesedini kollarıma alıp teknemize geri döndüm. Biz teknemizle geri dönerken, ağır bir yağmur bastırdı, adayı ve orada yaşanan her şeyi temizlemeye başladı.
İşte şimdi buradayım, bu hikayeyi anlatma amacım hem son iki senedir Urla’da yaşanan kaybolma olaylarının nedenini ortaya çıkarmak, hem de Volkan’ın anısını korumak için karanlıkta kol gezen farklı güçlerin varlığından insanları haberdar etmek.
Evet, Vesirhep’i kovmayı başardık. Ancak korkarım karanlıkta ve ışıkta çok daha fazla şey saklanıyor, ortaya çıkmak için doğru zamanı kolluyorlar. Bazı varlıklar korkutucu derecede yabancı, bazıları ise belki de daha da korkutucu derecede bizim gibi. Onlara güçlerini veren, bizim aramızdaki işbirlikçileri, elçileri ve müritleri.
Bu şehir hayaletli, bahsettiğim varlıklar ve daha nice farklı yaratık, İzmir’in sokaklarında ve denize bakan tepelerinde kol geziyorlar. Benim hikayem burada bitse de, duyduğunuz son hikaye olmayacağına eminim, çünkü karanlıkta bir şeyler kıpırdanmaya başladılar, ve seslerini duyabiliyorum.
█████ Adası - Ağustos 1, 2022